Osmanlıca Kaç Dilden Oluşur? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Bir İnceleme
Osmanlıca, sadece bir dil değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını yansıtan çok katmanlı bir iletişim aracıdır. Peki, Osmanlıca gerçekten kaç dilden oluşur? Bu sorunun cevabı, sadece dilbilgisel bir soru olmanın ötesinde, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gibi kavramlar açısından da derin bir anlam taşır. İstanbul’un sokaklarında yürürken, toplu taşımada bir sohbeti dinlerken ya da iş yerinde günün akışını gözlemlerken, Osmanlıca’nın toplumdaki farklı gruplar üzerindeki etkilerini daha iyi anlayabiliyoruz.
Osmanlıca ve Toplumsal Cinsiyet
İstanbul’un işlek caddelerinde kadınlar ve erkekler arasında farkların nasıl yansıdığına dair hemen hemen her gün gözlemler yaparım. Bir otobüs duraklarında, giydiği kıyafetlere, kullandığı dile ve bakış açılarına bakarak, kadınların genellikle toplumda daha dar bir dilsel alanda konumlandığını fark ediyorum. Osmanlıca da bir zamanlar bu ayrımı somutlaştıran dillerden biriydi. Osmanlıca, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımından oluşan, kadınların daha az erişebildiği bir dil ailesine aitti. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde eğitim, sınıf farkları ve toplumsal cinsiyet ayrımları, kadınların bu dilin inceliklerini öğrenmesini engelliyordu.
Sokakta duyduğumuz Osmanlıca kelimeler çoğu zaman erkeklerin kullandığı, elit sınıfla ilişkilendirilen kelimelerdi. Kadınlar genellikle daha günlük dilde, daha basit bir dil kullanma eğilimindeydiler. Yani Osmanlıca, dilsel olarak da kadınlar için bir engel halini alıyordu. Ancak Osmanlı döneminde sosyal hayatta yer alan kadınların, dilin inceliklerine hâkim olabilmesi için genellikle aristokrat çevrelerden ya da saray çevrelerinden gelmeleri gerekiyordu. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yansımasıydı.
Osmanlıca ve Çeşitlilik
Osmanlıca’nın dilsel yapısı, çok etnikli bir toplumun ifadesi olarak büyük bir çeşitlilik gösterir. Arapça, Farsça, Türkçe ve birçok diğer dilin karışımından oluşan Osmanlıca, bu çeşitliliği de bünyesinde barındırıyordu. İstanbul’daki farklı mahallelerde yürürken, bazen Kürtçe, bazen Ermenice, bazen de Arapça kelimelerle karşılaşabilirsiniz. Osmanlıca da bu çeşitliliğin dildeki karşılığıydı. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, bu çeşitliliğin her zaman herkes tarafından eşit bir şekilde erişilebilir olmadığıdır.
İstanbul’un tarihi sokaklarında gezindiğinizde, Osmanlıca’nın halkın günlük yaşamına nasıl sirayet ettiğini görmek zor olabilir. Çünkü halkın büyük kısmı, sadece Türkçe ya da yerel dillerle iletişim kuruyordu. Osmanlıca, yalnızca belirli bir sosyal sınıfın ve kültürel çevrenin diliydi. Diğer dil gruplarının bu dile hâkim olması, toplumsal sınıf farklarını yansıtıyordu. Örneğin, alt sınıftan gelen bir kişi, elit bir sınıfın kullandığı Osmanlıca diline ne kadar yakınsa, o kadar toplumsal olarak “yükselmiş” sayılıyordu. Bu dil, aynı zamanda sosyo-ekonomik statünün bir göstergesi haline gelmişti.
Osmanlıca ve Sosyal Adalet
Sosyal adalet perspektifinden bakıldığında, Osmanlıca’nın çok dilli yapısı ve bu yapıya dayalı dilsel hiyerarşi, toplumsal eşitsizliğin bir başka boyutunu ortaya koyar. Osmanlı İmparatorluğu, farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşadığı bir yapıyı benimsemişti. Ancak bu yapı, bazen bu gruplar arasında dilsel ve kültürel eşitsizliklere yol açabiliyordu.
Bugün İstanbul’un sokaklarında, bazen Türkçe, bazen Kürtçe, bazen Arapça kelimeler duymanın verdiği zenginlik, Osmanlıca’nın tarihsel olarak bu gruplar arasında nasıl bir bariyer oluşturduğunu hatırlatıyor. Birçok insan Osmanlıca’yı, yalnızca elit bir dil olarak tanıyor. Oysa Osmanlıca, sadece bir dil değil, aynı zamanda bir sınıf ve kültürün de dilidir. Fakat bu dilin halk tarafından anlaşılması, her zaman kolay olmamıştır. Sosyal adalet açısından, bu durum, dilin bir araç olarak nasıl bir ayrımcılığa dönüşebileceğini gösteriyor.
Bugün bile, sokakta bir grup insanı gözlemlerken, bazı grupların hâlâ Osmanlıca’nın etkisinde kalmış dilsel ifadeler kullandığını görebiliyoruz. Bununla birlikte, bu dilin kullanımında bir farklılık da bulunuyor. Çünkü dilin günlük hayatta nasıl kullanıldığı, sosyal adaletin ve eşitliğin nasıl şekillendiğini de belirliyor. Herkesin bu dilde eşit haklara sahip olması, geçmişte olduğu gibi, hâlâ bugünün İstanbul’unda da önemli bir sosyal adalet meselesidir.
Sonuç: Dil ve Toplumsal Yapı
Sonuç olarak, Osmanlıca’nın birden fazla dilden oluşması sadece dilbilimsel bir soru değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı şekillendiren bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet bağlamında, Osmanlıca’nın tarihsel ve kültürel etkileri, dilin toplumsal eşitsizliklere nasıl aracılık ettiğini ve sınıf farklarını nasıl derinleştirdiğini gösteriyor. İstanbul’un sokaklarında yürürken, dilin bu derin bağlarını hissediyor ve günlük hayattaki farkları daha net bir şekilde gözlemliyoruz.